| 
                  
                   لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ  
                       Lâ uksimu bi yevmil kıyâmeh(kıyâmeti).  
                      Kıyamet gününe yemin ederim. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ  
                       Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).  
                      Ve nedamet çeken nefse yemin ederim. 
                     | 
              
| 
                  
                   أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَلَّن نَجْمَعَ عِظَامَهُ  
                       E yahsebul insânu ellen necmea ızâ meh(mehu).  
                      İnsan, kemiklerini bir araya toplayamayız mı sanıyor? 
                     | 
              
| 
                  
                   بَلَى قَادِرِينَ عَلَى أَن نُّسَوِّيَ بَنَانَهُ  
                       Belâ kâdirîne alâ en nusevviye benâ neh(nehu).  
                      Evet, Biz onu, parmak uçlarına varıncaya kadar bütün incelikleriyle yeniden yapmaya kadiriz. 
                     | 
              
| 
                  
                   بَلْ يُرِيدُ الْإِنسَانُ لِيَفْجُرَ أَمَامَهُ  
                       Bel yurîdul insânu li yefcure emâmeh(emâmehu).  
                      5,6. Ama, insanoğlu gelecekte de suç işlemek ister de: "Kıyamet günü ne zamanmış! " der. 
                     | 
              
| 
                  
                   يَسْأَلُ أَيَّانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ  
                       Yes’elu eyyâne yevmul kıyâmeh(kıyâmeti).  
                      5,6. Ama, insanoğlu gelecekte de suç işlemek ister de: "Kıyamet günü ne zamanmış! " der. 
                     | 
              
| 
                  
                   فَإِذَا بَرِقَ الْبَصَرُ  
                       Fe izâ berikal basar(basaru).  
                      7,8,9,10. Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: "kaçacak yer nerede?" der. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَخَسَفَ الْقَمَرُ  
                       Ve hasefel kamer(kameru).  
                      7,8,9,10. Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: "kaçacak yer nerede?" der. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَجُمِعَ الشَّمْسُ وَالْقَمَرُ  
                       Ve cumiaş şemsu vel kamer(kameru).  
                      7,8,9,10. Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: "kaçacak yer nerede?" der. 
                     | 
              
| 
                  
                   يَقُولُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ أَيْنَ الْمَفَرُّ  
                       Yekûlul insânu yevme izin eynel meferr(meferru).  
                      7,8,9,10. Gözün kamaştığı, ayın tutulduğu, güneş ve ayın bir araya getirildiği zaman, işte o gün insan: "kaçacak yer nerede?" der. 
                     | 
              
| 
                  
                   كَلَّا لَا وَزَرَ  
                       Kellâ lâ vezer(vezere).  
                      Hayır; hayır; bir sığınak yoktur. 
                     | 
              
| 
                  
                   إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمُسْتَقَرُّ  
                       İlâ rabbike yevme izinil mustekar(mustekarru).  
                      O gün, sen, Rabbinin huzuruna varıp durursun. 
                     | 
              
| 
                  
                   يُنَبَّأُ الْإِنسَانُ يَوْمَئِذٍ بِمَا قَدَّمَ وَأَخَّرَ  
                       Yunebbeul insânu yevme izin bimâ kaddeme ve ahhar(ahhâre).  
                      O gün, insanoğluna önde ve sonda yaptığı ne varsa bildirilir. 
                     | 
              
| 
                  
                   بَلِ الْإِنسَانُ عَلَى نَفْسِهِ بَصِيرَةٌ  
                       Belil insânu alâ nefsihî basîreth(basîretun).  
                      14,15. Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَلَوْ أَلْقَى مَعَاذِيرَهُ  
                       Ve lev elkâ meâzîreh(meâzîrehu).  
                      14,15. Özürlerini sayıp dökse de, insanoğlu, artık kendi kendinin şahididir. 
                     | 
              
| 
                  
                   لَا تُحَرِّكْ بِهِ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِ  
                       Lâ tuharrik bihî lisâneke li ta’cele bihî.  
                      Cebrail sana Kuran okurken, unutmamak için acele edip onunla beraber söyleme, yalnız dinle. 
                     | 
              
| 
                  
                   إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُ وَقُرْآنَهُ  
                       İnne aleynâ cem’ahu ve kur’ânehu.  
                      Doğrusu o vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve onu sana okutturmak Bize düşer. 
                     | 
              
| 
                  
                   فَإِذَا قَرَأْنَاهُ فَاتَّبِعْ قُرْآنَهُ  
                       Fe izâ kara’nâhu fettebi’kur’ânehu.  
                      Biz onu Cebrail'e okuttuğumuz zaman, onun okumasını dinle. 
                     | 
              
| 
                  
                   ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُ  
                       Summe inne aleynâ beyânehu.  
                      Sonra onu sana açıklamak Bize düşer. 
                     | 
              
| 
                  
                   كَلَّا بَلْ تُحِبُّونَ الْعَاجِلَةَ  
                       Kellâ bel tuhıbbûnel âcileh(âcilete).  
                      Hayır, hayır! Sizler, çabuk elde edeceğiniz dünya nimetlerini seversiniz. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَتَذَرُونَ الْآخِرَةَ  
                       Ve tezerûnel âhıreh(âhirete).  
                      Ahireti bırakırsınız. 
                     | 
              
| 
                  
                   وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَّاضِرَةٌ  
                       Vucûhun yevme izin nâdıreh(nâdıretun).  
                      22,23. O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır. 
                     | 
              
| 
                  
                   إِلَى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ  
                       İlâ rabbihâ nâzıreh(nâziretun).  
                      22,23. O gün bir takım yüzler Rablerine bakıp parlayacaktır. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَوُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ بَاسِرَةٌ  
                       Ve vucûhun yevme izin bâsireth(bâsiretun).  
                      O gün bir takım yüzler de asıktır. 
                     | 
              
| 
                  
                   تَظُنُّ أَن يُفْعَلَ بِهَا فَاقِرَةٌ  
                       Tezunnu en yuf’ale bihâ fâkıreh(fâkıretun).  
                      Kendisinin belkemiğinin kırılacağını sanır. 
                     | 
              
| 
                  
                   كَلَّا إِذَا بَلَغَتْ التَّرَاقِيَ  
                       Kellâ izâ belegatit terâkıy(terâkıye).  
                      26,27. Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük kemiklerine dayandığı zaman: "Çare bulan yok mudur?" denir. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَقِيلَ مَنْ رَاقٍ  
                       Ve kîle men râk(râkın).  
                      26,27. Dikkat edin; can boğaza gelip köprücük kemiklerine dayandığı zaman: "Çare bulan yok mudur?" denir. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَظَنَّ أَنَّهُ الْفِرَاقُ  
                       Ve zanne ennehul firâk(firâku).  
                      Artık ayrılık vaktinin geldiğini sanır. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ  
                       Velteffetis sâku bis sâk(sâkı).  
                      Bacaklar birbirine dolaşır. 
                     | 
              
| 
                  
                   إِلَى رَبِّكَ يَوْمَئِذٍ الْمَسَاقُ  
                       İlâ rabbike yevme izinil mesâk(mesâku).  
                      O gün sevk Rabbin huzurunadır.* 
                     | 
              
| 
                  
                   فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى  
                       Fe lâ saddeka ve lâ sallâ.  
                      31,32,33. O, Peygamberi doğrulamamış, namaz kılmamış, ama yalanlayıp yüz çevirmiş, sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmişti. 
                     | 
              
| 
                  
                   وَلَكِن كَذَّبَ وَتَوَلَّى  
                       Ve lâkin kezzebe ve tevellâ.  
                      31,32,33. O, Peygamberi doğrulamamış, namaz kılmamış, ama yalanlayıp yüz çevirmiş, sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmişti. 
                     | 
              
| 
                  
                   ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى  
                       Summe zehebe ilâ ehlihî yetemettâ.  
                      31,32,33. O, Peygamberi doğrulamamış, namaz kılmamış, ama yalanlayıp yüz çevirmiş, sonra da salına salına kendinden yana olanlara gitmişti. 
                     | 
              
| 
                  
                   أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى  
                       Evlâ leke fe evlâ.  
                      Sana yazıklar olsun, yazıklar! 
                     | 
              
| 
                  
                   ثُمَّ أَوْلَى لَكَ فَأَوْلَى  
                       Summe evlâ leke fe evlâ.  
                      Daha ne olsun, sana yazıklar olsun, yazıklar! 
                     | 
              
| 
                  
                   أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى  
                       E yahsebul’insânu en yutreke sudâ(sudân).  
                      İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? 
                     | 
              
| 
                  
                   أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِيٍّ يُمْنَى  
                       E lem yeku nutfeten min menî yin yumnâ.  
                      O, katılan bir meni damlası değil miydi? 
                     | 
              
| 
                  
                   ثُمَّ كَانَ عَلَقَةً فَخَلَقَ فَسَوَّى  
                       Summe kâne alakaten fe halaka fe sevvâ.  
                      Sonra kan pıhtısı olmuş, sonra Allah onu yaratıp şekil vermişti. 
                     | 
              
| 
                  
                   فَجَعَلَ مِنْهُ الزَّوْجَيْنِ الذَّكَرَ وَالْأُنثَى  
                       Fe ceale minhuz zevceyniz zekere vel unsâ.  
                      Ondan, erkek, dişi iki cins yaratmıştı. 
                     | 
              
| 
                  
                   أَلَيْسَ ذَلِكَ بِقَادِرٍ عَلَى أَن يُحْيِيَ الْمَوْتَى  
                       E leyse zâlike bi kâdirin alâ en yuhyiyel mevtâ.  
                      Bunları yapan Allah'ın ölüleri diriltmeye gücü yetmez mi? Elbette yeter.* 
                     |